e
Banner


Türkiye’nin büyümesini içerde cari açık dışarıda Avrupa belirleyecek
Türkiye'de siyaset çok karışık olmasına rağmen ekonominin bilinçli yönetildiğini ve olumlu adımlar atıldığını belirten Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bölümü öğretim üyesi ve Akşam Gazetesi yazarı Doç. Dr. Deniz Gökçe, Türkiye'nin büyümesini içeride cari açığın, dışarıda ise Avrupa’nın toparlanmasının belirleyeceğini söylüyor. 
 




deniz_gokceTürkiye ekonomisi, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi iç ve dış riskler ışığında şekilleniyor. 2012'de AB'ye göre ekonomik anlamda olumlu bir performans sergileyen Türkiye'nin bu yıl 3.5-4 arasında bir büyüme yakalayacağını belirten Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bölümü öğretim üyesi ve Akşam Gazetesi yazarı Doç. Dr. Deniz Gökçe, ekonomi açısından en büyük sorunu cari açık olarak görüyor. Açık arttığında ekonomideki büyümenin yavaşladığının altını çizen Gökçe, açığı tetikleyenin ise aşırı harcamalar olduğuna işaret ediyor. 2014 yılı seçimlerinin ekonomiyi bozmayacağının altını çizen Gökçe, “Biz 1980-90’larda ekonomiyi yönetmeyi beceremedik. 2000’li yıllarda ders aldık. Artık ekonomiyi yönetmeyi öğrendik. Ancak önümüzdeki süreçte siyaset karışık olacağı için bütçe açığı bozulabilir. Ben hep şunu söylüyorum; Türkiye'de siyaset çok karışık ama ekonomi bilinçli yönetiliyor. Ekonomik anlamda olumlu adımlar atıyoruz” diyor. 
Türkiye’nin 2023 yılı için koyduğu dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefine ulaşmasının çok kolay olmadığına dikkat çeken Gökçe, “Dünyada krizin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Avrupa toparlanmadığı sürece Türkiye de toparlanmaz. Çünkü ihracatımızın çoğunu Avrupa’ya yapıyoruz. Onun için Avrupa’nın toparlanmasına duacıyız. Avrupa da Amerika’nın ortalığı çok karıştırmamasına duacı” diyor. 
 
Türkiye ekonomisi açısından en önemli tarihsel dönemeçler hangileriydi? Bu süreçler bugünkü yapıyı nasıl etkiledi? 
 
Cumhuriyet çok zor bir dönemde kuruldu. Osmanlının çöküşü ve İstiklal Savaşı’nın kazanılmasının tabii ki, çok büyük bir faturası oldu. Türkiye’nin dostu yoktu ve yalnızdı. Önemli topraklar kaybetmişti. Dost olan ülkeler Almanya ve İtalya ise iki diktatör tarafından yönetiliyordu. “Türkiye ekonomisini tarihte en çok etkileyen olay nedir” derseniz, bence kaybettiği topraklardı. Çünkü kaybedilen topraklara paralel olarak Türkiye’nin bugün bile en büyük sorunu dış denge açığı. 60-70 milyar dolar dış denge açığı var. Bu açıkta her yıl ithal edilen 60 milyar dolarlık enerji önemli bir rol oynuyor. Türkiye’nin enerji açığı olmasaydı dış denge açığı sorunu da olmayacaktı. 1930’larda Merkez Bankası, 1940’lı yıllarda Akbank ve Garanti gibi özel bankalar kuruldu. Türkiye 1950’den sonra ciddi bir sanayileşme çabası içine girdi ama çok şanssız bir şekilde 1970’li yıllarda petrol sorununa yakalandık. Demirel’in o dönemki deyişiyle “70 Cent’e muhtaç” olduk. İthalat yasak, ihracat yapılamadığı için döviz kazanılamıyordu. 
Türkiye’nin kaderinin değişmesinde Turgut Özal’ın önemli bir katkısı oldu. Özal, IMF Dünya Bankası’nda gördüğü bir yıllık eğitimin ardında Türkiye’nin dışarı açılmaz, ihracat yapmaz ve parasını devalüe etmezse hep kısır bir ülke olarak kalacağını gördü. Özal, 10 yıl boyunca bütün siyasilere bunu anlattı. 1980’de Türkiye’nin durumu idare edecek gücü kalmadı. Günde 20 defa elektrik kesiliyordu, ekonomi çok kötüydü, askerliğini yapmayanlar yurtdışına çıkamıyor, çıkanlar yanına sadece 300 dolar para alabiliyordu, neredeyse herkes döviz kaçakçısıydı. Özal Demirel’i ikna etti ve 24 Ocak Kararları ile yapısal bir dönüşüme gidildi, dış ticaret serbestisi getirildi. Bu açılım eski dengeyi bozsa da Türkiye’ye çok büyük faydaları oldu. Siyasette Demirel ve Ecevit sahneden çekildi, yeni isimler çıktı. Ne zamana kadar? 1990 seçimlerine kadar. Bu arada iki önemli ancak zararlı devrim yapıldı. Birincisi; 1989 yılında Türk lirası konvertibl oldu, döviz tutmak serbest bırakıldı. Bunun sonucu olarak 1994 ve 2001’de kriz yaşadık. Bir diğer yanlış ise1991’de seçim sürecinde erken emeklilik diye bir şey getirildi. Bugün Türkiye’de ortalama emekli 44 yaşında, bu emeklinin ortalama hayat beklentisi 77 yıl. 1991’den beri erken emekli olanların sosyal güvenlik sistemindeki açığı yılda 35 milyar dolar. Bu milli gelirin %4’üne çıkmış durumda ve 2040 yılına kadar düzelmeyecek. Bu öyle bir yüksek faiz yükü getiriyor ki, 2011 krizinde toplam vergi hasılatı toplam üretimin yüzde 27’si kadardı. Bunun yüzde 20’si faiz ödemeye gitti. 
 
BİREYSEL TÜKETİM CARİ AÇIĞI TETİKLİYOR 
 
2000 yıllara geldiğimizde hem siyaset hem de ekonomide önemli değişimler yaşandı. Türkiye bu süreçte nasıl bir performans sergiledi? 
 
Türkiye 2001 yılına geldiğinde, bugünkü Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın olduğu durumdaydı. İhracata açılmıştı ama sanayi o kadar hızlı ilerlemiyordu. 2001 yılı krizinde şanslı olduğumuz bir şey vardı o da dünyada kriz yoktu. Türkiye gitti IMF ve Dünya Bankası’ndan büyük krediler aldı. Bu kredilerin 23 milyar doları ile kamu bankaları, 30 milyar dolarıyla da özel bankalar tamir edildi. Yani Türkiye bankacılık ve döviz krizini tüm dünyadan önce yaşadı, bu sayede borç para buldu. Dünya konjektörü de Türkiye’nin hamle yapmasına izin verdi. Bir de 2002 seçimlerinde tek parti hükümetinin çıkmasının avantajını kullandık. 
Bir diğer hamle ise KDV ve ÖTV uygulamasını hayata geçirmek oldu. Sonuçta biz bütçe açığını küçülttük, borçluluk oranını azalttık ve banka sistemini düzelttik. Ancak Türkiye’yi en çok etkileyen sosyal olay iç göç oldu. 1950’de Türkiye’nin kentsel nüfusu iken, bu oran bugün %75’e çıktı. Bu sosyal yapıdaki dokuyu tamamen değiştirdi. Eğitime talep arttı, tüketim arttı. Toplam milli gelirin içinde özel tüketimin payı %65’e çıktı. Türkiye özel tüketici ülkesi oldu. Tüketilen şeylerin büyük çoğunluğu ithal üründü. Bu noktada ekonomi hızlı büyümeye başlayınca ithalat arttı ve dış denge bozuldu. Cari açığımız tarihsel bir rekor kırarak yüzde 10'a yükseldi. 2012'de büyümeyi yavaşlatma kararı aldık. Freni çektik ve büyüme yüzde 2.2’ye düştü. Buna paralel olarak da cari denge yüzde 5-6’ya indi. 
 
Türkiye 2009 yılındaki krizden çok hızlı çıktı ve büyüme trendine girdi. Ancak 2012’de frene basıldı. Peki, Türkiye 2013 yılını nasıl bir büyüme ili kapatacak? 
 
2009 krizinde Türkiye 4.7 daraldı, ama Almanya da o kadar daraldı. Türkiye krizden çıktı 2010’da yüzde 9.5, 2011’de yüzde 8.5 büyüdü. Oysa Almanya’nın büyümesi yüzde 0.1’de kaldı. Çünkü onun müşterilerinin hepsi batıktı. Türkiye ne yaptı? Afrika ve Ortadoğu’ya yüzünü döndü. Avrupa’ya ihracat yüzde 40’a düştü, Afrika ve Ortadoğu’ya yapılan ihracat ise yüzde 20’den yüzde 40’a çıktı. Bankaların döviz sorunu kalmadı. Devlet artık kısa vadeli borçlanmıyor. Ama bu sefer de siyaset karışık. Ben hep şunu söylüyorum; Türkiye'de siyaset çok karışık ama ekonomi bilinçli yönetiliyor. Ekonomik anlamda olumlu adımlar atıyoruz. 
Hükümet 2013 için yüzde 4 büyüme hedefi koydu. OECD yüzde 3.1, IMF yüzde 3.4, Dünya Bankası ise yüzde 3.8 büyümeyi öngörüyor. Ben 3.5-4 arasında bir büyüme olacağını düşünüyorum. Cari denge açığı şu anda yüzde 6.5 kadar. İhracatta yüzde 56'nın üzerinde bir rakam bekleniyor. İhracatı artıramıyoruz çünkü dünyada kriz var. Dünyada kriz olmasaydı Türkiye yüzde 5-6 büyürdü. Bir de daha fazla büyürsek dış denge açığı veriyoruz. Devlet Bakanı Ali Babacan bunun farkında ve sürekli, “Kredi kartında harcama yapmayın, dövizin biteceği bir dönem geliniyor” şeklinde açıklama yapıyor. 
Merkez Bankası’nın 2012 Eylül ayı kur riski tablosuna göre hane halkı 190 milyar dolar fazlada. Üretici sektörünün kısa vadeli borcu yok ama uzun vadede 106 milyar dolar borcu var. Dolayısıyla kurların oynaması ve artmasıyla en çok zarar görecek kesim KOBİ’ler olacak. Finans sektörünün kısa vadeli borçluları var ama orta vadede artıdalar. Kamunun da uzun vadeli borcunun kalmaması çok önemli. Türkiye’nin toplamında döviz fazlası döviz açığından daha yüksek. Ama risk küçük şirketlerde. Bu da istihdamı etkileyebilir. 
Türkiye ekonomisi için bugün esas sorun dış denge açığı. Cari açıkta dengeyi sağlamak. Peki bunu nasıl sağlayacağız? Portakalı evde sıkıp içecek, ithal marka portakal suyu içmeyeceğiz. Yerli araba kullanacağız, ithal arabalar almayacağız. Evimize İtalyan mutfak döşemeyeceğiz, kendi ürünlerimizi kullanacağız. Yani kemer sıkacağız. Bazıları “Esas olan üretimdir” diyor. Ama hammaddeyi ithal ediyorsan esas olan üretim değil, esas olan tasarruftur.
 
İHRACATTA İYİLEŞME BELİRTİLERİ ARTIYOR
 
Dış ticaret nasıl bir sinyal veriyor? Yılsonuna ilişkin öngörüleriniz neler? 
 
Eylül ayına ilişkin dış ticaret verileri açıklandı. Buna göre aylık ihracat geçen yıla göre yüzde 1.3 artarak 13.1 milyar dolara, ithalat ise yüzde 3.5 artışla 20.6 milyar dolara yükseldi. İlk dokuz ay toplamında ise ithalat yüzde 6 artışla 187.6 milyar dolara yükselirken, ihracat yüzde 0.4 azalışla 112.5 milyar dolarda kaldı. Bunun sonucunda da dış ticaret açığı 75 milyar dolara yükseldi. Bu rakamın yılsonunda kabaca 100 milyar dolara yaklaşması bekleniyor. Rakamların detayına geçmeden önce genel bir yorum yapacak olursak, ithalatın temposu ihracatın temposundan daha canlı. Bu yılın başından beri, bu tablo değişmedi. Bu da dış ticaret açığında kabaca yüzde 20 civarında bir artışa neden oluyor. Mevsimsel düzeltilmiş verilerde ise ihracatın eylül ayında bir miktar canlanarak son dört ayın en hızlı artışına ulaştığını görüyoruz. Mevsimsel düzeltilmiş ithalat ise oldukça dalgalı bir seyirle dört aydır azalmaktaydı, Eylül ayında ihracattan daha hızlı arttı. Mevsimsel düzeltilmiş ithalat bu yılın başında ekonomik toparlanma ve talepte canlanmayla birlikte hızlı bir şekilde artmaya başladı ancak yılın ikinci çeyreğinden itibaren bu artış hız kesti. Eylül ayıyla birlikte bu trend sona ermiş gibi görünüyor. Tabii ki tek aylık veri trend göstergesi olmaz. Ancak ekonomide son çeyreğe girilirken iç talebin bir miktar daha canlandığı gözlemleniyor. 
Üretim açısından daha önemli olan ihracat tarafında ise bölgesel gelişmelerin etkisi devam ediyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yaptığımız ihracatta son bir yıldır ciddi bir azalma söz konusu. Bu olumsuz trend Eylül ayında da devam etti. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yapılan ihracat Eylül ayında yüzde 19 oranında azaldı. Açıklanan veriler geçen yılla karşılaştırıldığında ise, ilk dokuz ay toplamında bu bölgeye yapılan ihracatın 37.8 milyar dolardan 31.4 milyar dolara düştüğünü, yani yüzde 17 oranında azaldığını görüyoruz. 
 
2013-2015 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program’a (OVP) göre Türkiye bütçede 2013 hedeflerini yakalayabilecek mi? 
 
Merkezi Yönetim bütçesinde ilk dokuz aylık gerçekleşmeler belli oldu. Buna göre, geçen yılın ilk dokuz ayında 14.4 milyar TL olan bütçe açığı, 4.5 milyara indi. Geçen yıl 25.2 milyar TL olan faiz dışı fazla rakamı da 39.3 milyar TL’ye yükseldi. Yılsonu için 19 milyar TL’lik faiz dışı fazla ve 34 milyarlık Merkezi Yönetim Bütçe açığı hedefleniyordu. Geçen haftalarda açıklanan Orta Vadeli Program’da ise 2013 yılı için Merkezi Yönetim Bütçe açığı gerçekleşme tahmini 19.4 milyar TL olarak verilmişti. 
İlk dokuz aylık rakamlar, bütçe hedeflerin büyük oranda tutacağını, hatta olumlu yönde sapmalar olacağını gösteriyor. GSYH oranı olarak son on iki aylık bütçe açığını hesapladığımızda, tahmini makro rakamlara göre yüzde 1.2 oranını hesaplıyoruz. Bu oranın Orta Vadeli Program’da da 2013 sonu için yüzde 1.2 olarak tahmin edildiğini görüyoruz. Kamu kesimi genel dengesi için ise açığın GSYH’ye oranının 2013 sonunda yüzde 0.8 olacağı, 2104 sonunda da yüzde 0.5’e indirileceği açıklanmıştı. Yani kademeli olarak “denk bütçe” hedefine doğru ilerliyoruz. Merkezi Yönetim Bütçe’sinde Eylül ayı verilerinin detaylarına baktığımızda iki önemli durum dikkatimizi çekiyor. Bunlardan olumlu olanı vergi gelirlerindeki reel artışın hızlanarak devam etmesi. 2013 Eylül ayında vergi gelirleri 24.2 milyar TL olarak geçen yılki 19.8 milyar TL’lik performansa göre yüzde 22.5 oranında artış göstermiş. Bu da reel olarak, yani enflasyona göre düzelttiğimizde,  yüzde 13.6 gibi hızlı bir artışa işaret ediyor. İlk dokuz ay itibarıyla vergi gelirleri geçen yıla göre 201.9 milyar TL’den 240.3 milyara yükselmiş. Nominal artış yüzde 19 ve reel yüzde 10.7 oranında artış var. Bu durum, ekonomik büyümede hızlanma ve aynı zamanda tahsilat performansında iyileşme anlamına geliyor.
Bütçede dikkatimizi çeken ikinci ama olumsuz olan gelişme ise son bir kaç aydır faiz giderlerinde görülen artışlar. Faiz giderleri aylık bazda çok fazla dalgalanma gösterdiği için yıllık rakamlara bakmakta fayda var. Hareketli on iki aylık toplam rakamlara baktığımızda, Nisan-Haziran döneminde 45 milyar TL’nin altına inen toplam faiz ödemeleri Temmuz-Eylül döneminde yaklaşık 8 milyar TL’lik artışla 52.7 milyara yükseldi. Yılsonu hedefinin de 53 milyar TL olduğunu hatırlatalım. Son bir kaç yıldır faiz giderlerinde reel olarak azalma oluyor, bunun sonucunda da bütçe harcamaları başka kalemlere kaydırılabiliyordu. Son dönemde bu durum ortadan kalkmış durumda. Yaz aylarında, yani Haziran-Eylül döneminde faiz harcamalarında nominal olarak ortalama yüzde 46 gibi yüksek bir oranda artış söz konusu. Bu oran enflasyon dikkate alındığında, yani reel olarak yüzde 34 olarak hesaplanıyor. Son dört ayda görülen artışın maliyetini GSYH oranı olarak da yüzde 0.5 olarak hesaplıyoruz.
EURONUN DEĞER KAZANMASI AVRUPA’YI FRENLİYOR!
 
Türkiye 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi hedefliyor. Ekonomik gidişata bakarak bu hedefe ulaşılacağını düşünüyor musunuz?
 
Buna ulaşmak o kadar kolay değil. Dünyada krizin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Avrupa toparlanmadığı sürece Türkiye de toparlanmaz. Çünkü ihracatımızın çoğunu Avrupa’ya yapıyoruz. Onun için Avrupa’nın toparlanmasına duacıyız. Avrupa’da Amerika’nın ortalığı çok karıştırmamasına duacı. Ekim ayında euro bölgesinde ekonomik faaliyet beklenmedik bir şekilde zayıflama sinyali vermeye başladı. Markit firması tarafından hesaplanan PMI denen, yani satın alma yöneticilerinin elindeki bilgilerden hesaplanan üretim endeksi Ekim 2013 tarihinde 0.7 puan düşerek 51.5 düzeyine geriledi. Markit uzmanlarına göre bu gelişme beklentilerin çok altında zayıf bir durum. PMI verisi 50 değerinin altında olduğu zaman daralma ifade eder. Şu anda hâlâ 50 değerinin üstünde ama düşmekte. 
Euro bölgesinin zaten önemli sorunları vardı. Yüksek işsizlik, şirketlere kredilerde azalma ve zayıf tüketici harcamaları temel negatif faktörler olarak vurgulanmakta idi. Ancak şimdi bir de euronun değer kazanmasının eklediği ve ihracatı baltalayan kur etkisi sorunları büyütüyor deniyor. Euro dolara karşı Temmuz ayından bu yana yüzde 8 değer kazanmış bulunuyor. Geçtiğimiz haftanın sonunda da çapraz kur son iki yılın en yüksek değeri olan 1.38 düzeyine yükselmişti. 
Euro bölgesi ihracatına bir ivme kazandıramadığı takdirde euro bölgesinin cılız toparlanma hızını yükseltemez.  
Euronun değerlenmesi Avrupa Merkez Bankası için de önemli bir sorun. Banka zaten çok düşük olan faiz hadlerini daha da düşürecek bir olanağa sahip de değil. Diğer taraftan da düşük faiz ve artan kur değeri ülkelerdeki enflasyonu daha aşağı iterek Avrupa Merkez Bankası’nın hedefinin yarısı bir düzeyde kilitlenmiş bir enflasyon üretiyor. Bu da şirketlerin kâr ve cirolarını etkiliyor, azaltıyor! Tabii Avrupa Merkez Bankası faizleri yüzde 0.5 düzeyinde tutarak euronun değer kaybetmesini sağlamaya çalışsa da, ABD Merkez Bankası’nın hâlâ artırmaya devam ettiği likidite doların değerini düşürmeye devam ediyor. Halbuki FED likditeyi kısmaya kalksa, dolar değerlenecek, bu da Türkiye gibi sermaye çıkışı riski olan ülkelere kötü etki yaparken, euronun değerini düşürerek Avrupa’nın sorunlu ülkelerine yararlı olacaktır. Bu gelişmeler karşısında tedbir alınmazsa Türk parası değer kaybeder. İhracatçılar kar, yurtiçine mal satanlar zarar eder. Lojistikte yurtdışında dövizle iş yapanlar rahatlar, salt içeride hizmet sunanlar ise kötü duruma düşecektir. 
 
 
SEÇİMLER EKONOMİYİ ETKİLEMEYECEK 
 
Önümüzde kritik seçimlerin olduğu 2014 yılı var. Sizce yaşanacak gelişmelere ekonomi nasıl tepki verir?
 
Seçimlerde devlet harcamayı artıracağı için bütçe açığı biraz büyüyebilir. Ama artık devlet çok küçüldü bu nedenle bu harcamalar dengeleri bozamaz. Bu nedenle seçim ekonomiyi bozmayacak. Önümüzdeki süreçte ancak siyaset karışık olduğu için bütçe bozulabilir. Biz ekonomiyi yönetmeyi 1980-1990’larda beceremedik. 2000’li yıllarda ders aldık. Artık ekonomiyi yönetmeyi öğrendik. Bu nedenle çok büyük felaket yaşamayacağız. Orta karar bir büyümede kalacağız. Yani ekonomiyi idare etme süreci devam edecek. Burada önemli bir konu, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın önümüzdeki seçimlerde artık milletvekili olmayı düşünmemesi. Güneş Taner, Numan Kurtulmuş, Zafer Çağlayan’ın ismi geçiyor. Ama bence 10 yıldır Babacan ile çalışan şu anda Hazine Müsteşarı yapılabilir. 
 



SEKTÖRLER VE LOJİSTİK

  • Otomotiv
  • Enerji
  • Gıda
  • Akaryakıt
  • Tekstil
  • Kimya
  • İnşaat
  • Lastik
  • İhracat