ÇİN’deki yavaşlama lojistikte rekabeti artıracak
15/04/2015 - 14:35:00
Ekonomi Yazarı Uğur Gürses, 2015’in zorlu bir yıl olacağını söylüyor. Cari açık, enflasyon ve düşük büyümenin önümüzdeki dönemde de sorun olmaya devam edeceğini vurgulayan Gürses, ekonominin büyüme ilacının ise güçlü reformlar olduğunu düşünüyor.
Ekonomideki temel kırılganlıklarını gidermek için çok ciddi adımlar atmayan Türkiye’nin daha fazla kur ve faiz şokuyla karşı karşıya kaldığını ve düşük büyüme dönemine girdiğini belirten Ekonomi Yazarı Uğur Gürses, 2015’in zorlu bir yıl olacağını söylüyor. Cari açık, enflasyon ve düşük büyümenin önümüzdeki dönemde de sorun olmaya devam edeceğini vurgulayan Gürses, ekonominin büyüme ilacının ise güçlü reformlar olduğunu düşünüyor.
Ekonomik göstergelerin lojistik sektörüne yansımalarını da değerlendiren Uğur Gürses, iki önemli tespite yer vererek şunları aktarıyor: “İhracat ve lojistik açısından baktığımızda, Türkiye’nin Avrupa’ya olan ticari bağımlılığı düşünüldüğünde Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelere açılarak pazar çeşitliliğine gitmesi oldukça önemliydi. Örneğin 2011’de Avrupa’da ekonomik kriz yaşandığında Türkiye diğer bölgelere ihracat yaparak önemli bir kazanım sağladı. Bugün açısından baktığımızda ise Türkiye bütün komşularıyla sorunları olan ya da komşularında sorun olan bir ülke haline geldi. Bu nedenle komşu ülkelere mal sevk edemiyoruz. Bu lojistik sektörü açısından önemli bir sorun. Lojistikçiler açısından negatif olabilecek ikinci bir şey ise küresel büyümenin yavaşlama eğilimine giriyor olmasıdır. Özellikle yapılan reformlar nedeniyle Çin’de ekonomik yavaşlamanın hız kazanacağı tahmin ediliyor. Petrol fiyatlarının düşmesinin temel sebeplerinden birisi de Çin ekonomisinde büyümenin yavaşlamasıdır. Bu ekonomik yavaşlama sonucunda Çin hem daha az emtia ve enerjiye hem de daha az lojistiğe ihtiyaç duyacak. Büyüme yavaşladığından Çin’de üretim, ihracat ve mal satışı da azalacağından yük gemilerinde atıl kapasite artacak. Bu lojistik sektörü açısından rekabetin artması ve iş kaybı demek. Ama diğer yandan ucuzlayan petrolün stoklanma imkanı doğuruyor. Bu stoklama ise hem daha kolay olduğu hem de satıldığı zaman hemen gönderebilme imkanı verdiği için daha çok gemilerde yapılıyor. Bazı oyuncuların buna yönelmesi, gemilerdeki atıl kapasite sorununu ortadan kaldıracaktır. O zaman da sanıldığı gibi Çin ekonomisinin yavaşlıyor olması lojistik sektörü için negatif bir etki yaratmayacak. Çok karmaşık ve iç içe geçmiş bir ilişkiler bütünü var günümüzde. O açıdan tahminler pozitif ve negatif taraflar hesaba katılarak yapılmalı.”
Türkiye ekonomisi 2014 yılını nasıl kapattı?
Türkiye için 2014 bir eşik yılıydı. Öncelikle geriye dönüp baktığımızda 2002-2008 arasındaki dönem ile 2010-2014 arasındaki dönem epeyce farklıydı. 2002-2008 arası dönem reform yıllarıydı. Derviş reformları, 25 milyar dolarlık IMF parası, Avrupa Birliği çabası… 2008-2009 kriz yıllarıydı. Her ülke gibi Türkiye de ekonomik daralmayla karşı karşıya kaldı. 2009-2014 yılları arası, “Ne yapıyoruz?” deyip kendimize bakmamız gereken bir dönemdi. Ancak bu dönemde bunu yapmadık ve ekonomideki kırılganlıkları gidermek için ciddi atılımlar yapmadık.
2009 sonrasında Türkiye’ye bol miktarda sermaye girişi yaşandı. 2002-2008 arası ile 2008-2013 arasına bakıldığı zaman en önemli fark; ilk dönemde Türkiye’ye kalıcı sermaye gelmesi, ikinci dönemde ise tamamen kısa vadeli sermaye girişlerinin yaşanmasıydı. 2010 sonrasında karşılaştığımız iniş çıkışların temel sebebi de bu kısa vadeli sermaye giriş-çıkışlarıydı.
Yine 2013’ün ortasında Amerikan Merkez Bankası “biz bol para basma dönemini bitiyoruz” dedi. 2013’ün Mayıs’ında ilk sinyali verdi, 2014 sonunda da tamamen tahvil alımını durdurdu. Dolayısıyla 2014’te bunun bir geçiş süreci olduğunu biliyorduk. Ancak Türkiye bunu karşılamak için çok fazla bir şey yapmadı. Oysa bu dönemde Türkiye’nin, kısa vadeli sermayeye bağımlılığını azaltıp, uzun vadeli sermayeyi nasıl çekerim diye düşünmesi gerekiyordu. Bu dönemde ne reform ne de stratejik bir hazırlık yapıldı. Dolayısıyla Türkiye’nin 2010 sonrasındaki dönemine bakıldığı zaman daha düşük bir büyüme politikası gözlemliyoruz. 2013’te %4 büyüyen ekonomi, 2014’ün ilk üç çeyreğinde yüzde 1.7 büyüdü.
2015 ZORLU BİR YIL OLACAK
2015 yılında Türkiye ekonomisi nasıl olacak?
2015’in nasıl bir yıl olacağını 2014 ve yılın üçüncü çeyreğindeki büyüme oranı bize gösteriyor. Türkiye 2010’dan beri kısa süreli sermaye giriş-çıkışlarına bağlı kaldı. Sermaye giriş çıkışları oynadıkça kur şokları yaşandı. Bunu frenlemek için ise faizler yükseltildi. Bu da, tabi ki hane halkı tüketimini azalttı. Hane halkı tüketimi frene bastı. Aslında temel sorun 2011 yılından bu yana Türkiye’deki yatırımların neredeyse durmuş durumda olmasıdır. Yatırımların milli gelirin büyümesine katkısı 0 noktasındadır. 2015’e baktığımız zaman zorlu bir yıl bizi bekliyor. Türkiye, eskisi gibi yüksek bir büyüme potansiyeli gösteremeyecek. İkinci bir şey daha var: 2002-2008 yılları arasında Türkiye yüzde 6’lık bir cari açık verirken, yüzde 7-8 büyüyordu. Hala yüksek bir cari açık veriyoruz ama potansiyel büyüme oranı küçülüyor. Bunun ilacı güçlü reformlardı fakat Türkiye bunu yapamadı.
Ekonomide Dönüşüm Programı kapsamında 2018 sonuna kadar belirlenen ekonomik hedefleri gerçekçi buluyor musunuz?
Programdaki varsayımlara baktığınız zaman öncelikle milli gelir için belirlenen 1.3 trilyon dolar hedefinde bir yanlışlık yapıldığı belli. Çünkü 1.3 trilyon hesabı yapılırken kur yanlış alınmış. Kuru düşük alırsanız milli gelir yüksek çıkar.
Diğer yandan programdaki temel varsayımdan birisi, 2015-2016 yıllarında hane halkı tüketiminin yüzde 4 büyüyeceği, ikincisi de yatırımların yüzde 6 gibi bir büyüme göstereceğidir. Son 4 yılda Türkiye’de neredeyse 0’a yakın bir büyüme gösteren yatırımlar nasıl olacak da özel kesim yatırımı yüzde 6 gibi hızlı bir şekilde artacak? Ben bunun yanıtını bulamadım. Bir varsayım olmalı, ama o varsayımda durup dururken özel sektör yatırım yapacak diyemezsiniz. Kur ve faiz şoklarını bir tarafa bırakırsak, kutuplaşmacı ve çatışmacı politik ortam Türkiye’de yatırım yapılmasını engelleyecek yegane sebeptir diye düşünüyorum. Bana göre hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının kalmaması yatırımların daha az gelmesine sebep olur. Çünkü gelen yatırımcı neyle karşılaşacağını bilmek istiyor, hukuki bir ihtilaf çıktığında sorunlarının acil olarak çözülmesini bekliyor. Ancak Türkiye bu fotoğrafı vermiyor. Bugün artık siyasi çevreler bile Türkiye’deki yargı bağımsızlığının ne halde olduğunun çok iyi farkında. Dolayısıyla Türkiye’ye bu koşullarda doğrudan yatırım gelmez.
Programdaki üçüncü bir varsayım ise, döviz kurunun yanlış hatırlamıyorsam 2,29 falan olacağı. Şu anki kur zaten 2,35’e yaklaşmış durumda. Dolayısıyla kurların yüzde 3-4 artacağı varsayımı var, bu mümkün değil. Şu anda bu rakam zaten geçilmiş durumda. Türkiye’de ne reformlar yapılıyor ne doğrudan yatırımları çekecek hukuksal ve siyasal bir ortam var. Ayrıca kısa vadeli sermaye de artık eskisi gibi bol miktarda gelmiyor. Böyle bir ortamda da Türkiye’nin yüzde 2’nin üzerinde bir büyüme sağlamasını pek mümkün görmüyorum. Herhalde biz neyin olmadığını gördükten sonra “evet bize reform lazım, bize hukuk lazım, bize gerçekten siyasi istikrar lazım” diyebileceğimiz bir noktaya geleceğiz.
CARİ AÇIK SORUN OLMAYA DEVAM EDECEK
Türkiye ekonomisindeki en önemli sorunlardan biri cari açık, diğeri enflasyon. Bu sorunlar nasıl çözebilir?
Cari açık meselesi bir tasarruf meselesidir. Bunun nedeni ise, yüzde 13’lük bir tasarrufunuz var ama total ekonominin yaptığı yatırım daha yüksek. Bu konuda birincisi ve uzun vadeli olan tasarrufun milli gelirin bir fonksiyonu olması, ikincisi ise bu konuda devlet tarafından adımların atılması. Devlet kendi tasarruf etmeden yurttaşlarına “hadi tasarruf edin” diyemez. Dese bile kimse ciddiye almaz. 2008-2009 krizinde Türkiye’de faiz dışı devlet harcamalarının milli gelire oranı yüzde 18’deydi. Kriz var diye faiz dışı harcamaları artırdık ve bu rakamı yüzde 22 düzeyine getirdik. O günden bugüne yüzde 22’lik oran devam ediyor. Hükümet, “ben tasarruf etmeye başlıyorum, harcamalarımı yüzde 1 kısıyorum, yurttaşlarım sizler de tasarruf edin” diyebilirdi. Daha uzun vadeli planlar lazım. Mesela bireysel emeklik sigortasının hayata geçişi pozitif ama sadece bir şapka değiştirmedir. Eskiden vergi indirimi vardı, şimdi devlet bizatihi para verir pozisyonda. Bana sorarsanız eski sistem daha şıktı. Bu anlamda cari açık bir tasarruf sorunu ve bu alanda öncelikle devletin tasarruf yapması gerekiyor.
Cari açık verebilirsiniz, ama bunun finansmanı için daha uzun vadeli sağlam kaynaklar bulursanız cari açığı sorun olmaktan çıkarabilirsiniz ya da öteleyebilirsiniz. Madem bizim zamana ihtiyacımız var, o zaman Türkiye’nin doğrudan yatırımları çekecek bir politik ve ekonomik ortam yaratması gerekiyor, ama bu da yok. Dolayısıyla cari açık muhtemelen yüksek düzeyde seyretmeye ve sorun olmaya devam edecek. Herhalde en iyimser tahminle ekonominin zayıf seyrettiği koşullarda bile cari açık yüzde 5-6’lık bir düzeyde devam edecek.
Türkiye’nin enflasyon sorunu olmasaydı, ekonomik zayıflamaya karşı faizleri düşürebilirdi. Ancak tam tersine kur şoklarına karşı faizler hala en büyük silah. Bu kadar yüksek cari açık ve bu kadar yüksek dış borç yükü karşında kur meselesi ön plana çıkacak. Kur meselesi de sürekli faizleri elimizde sopa gibi tutmamıza yol açacak. Kur artarsa enflasyon da artacak. Onun için de faizleri belli ölçüde yüksek tutmak durumundasınız. Dolayısıyla cari açık, enflasyon ve düşük büyüme önümüzdeki dönemde başımıza bela olmaya devam edecek.
İHRACATA DAYALI BÜYÜMEYİ GERÇEKLEŞTİREMİYORUZ
Türkiye ihracata dayalı bir büyüme modeli seçti. Sizce ihracata dayalı büyümeyi gerçekleştirebiliyor muyuz?
İhracata dayalı büyümeyi gerçekleştiremiyoruz. Türkiye’nin hiçbir zaman ihracata yönelik olarak eli yüzü düzgün bir politikası olmadı. Hala Türkiye’nin bir sanayi envanteri çıkarılabilmiş değil. Türkiye, reform yapmadığı müddetçe ihracatta rekabetçi bir pozisyona gelmesi mümkün değil. Örneğin akaryakıt üzerindeki vergiler diğer ülkelere göre çok yüksek. Çünkü Türkiye vergi reformu yapmaktan kaçınıyor. Vergi reformu yaptığı zaman daha çok gelire dayalı daha az dolaylı vergi toplayacak. Yani akaryakıt üzerindeki dolaylı vergiler azalacak. Türkiye’nin temel sorunu budur. Taşımacılık sektörünün de temel sorunu bence vergi meselesidir.
Diğer yandan enflasyonu alt etmediğiniz sürece, hasılatınız belli bir yerdeyken maliyetiniz yükselir. Dolayısıyla rakibiniz olan ülkelerle aranızda yüksek oranda enflasyon farkı varsa, o zaman kaybedersiniz. Bu anlamda Türkiye orta vadede kaybetmeye mahkum. Dolayısıyla Türkiye’nin ihracata dayalı bir modelinin olduğunu söylemek bana pek doğru gelmiyor.
2023 için belirlenen 500 milyar dolarlık ihracat hedefi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hedef koymak güzel bir şey. Ama eğer konulan hedeflerin yanına bir büyüme modeli de konuluyorsa o zaman anlaşılabilir. İhracatçılar çoğunlukla 500 milyar dolarlık hedeften bahsediyor. Ama hiçbiri Türkiye’nin bu 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşabilmek için reformlar yapması gerektiğinden söz etmiyor. Türkiye ne yapacak da 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşacak? “Hadi aslanlar, kaplanlar koşun” demekle bu hedefler yakalanamaz. Onun için de Türkiye’nin reform yapması gerekiyor. Bu reformların başında vergi reformu geliyor. İhracatçının maliyetini en azından kontrol altına alacak bir reform gerekiyor. Türkiye’nin enflasyonu düşürmesi lazım. Ama hep şununla karşılaşıyoruz; “şimdi enflasyonu düşürmenin zamanı değil, büyümenin zamanı.” Diğer ülkelerin maliyetleri yıllık yüzde 2 artıyorken, bizim maliyetimiz her yıl yüzde 10 artıyor. Bu 10 yılda yüzde 100’ü aşıyor. Ama diğer ülkelerin yüzde 10’u ancak buluyor. Önemli bir maliyet farkıyla karşılaşıyorsunuz. Sonuçta Türkiye hep cepten harcamak zorunda kalıyor. Dolayısıyla hedefler belirlenir ve açıklanırken, buna hangi yoldan gidileceğinin de söylenmesi lazım.
PETROL FİYATLARI EKONOMİYE NASIL YANSIYACAK?
Düşük petrol fiyatları küresel ekonomik büyümeyi nasıl etkileyecek?
Tabi ki, petrol fiyatlarının düşmesinin büyümeye pozitif katkıları olacak. Çünkü birçok ülke için petrol fiyatları enflasyonu düşüren bir faktör. Türkiye için öyle olacak mı? Ondan çok emin değilim. Bir etkisi olacak ama dünya ile aynı oranda değil. Ayrıca petrol fiyatlarındaki düşüş hane halkının harcanabilir gelirini artırıyor. Örneğin 100 TL’lik bütçenizden 10 TL akar yakıt veya ulaşıma harcıyorsanız, 2 TL’lik bir düşüş bunu başka alanlarda harcama imkanı yaratacak. Dolayısıyla dünyada, özellikle Amerika’da petrol fiyatındaki yüzde 10’luk düşüşün milli gelire binde 2 civarında ilave katkısı olacağı hesaplanıyor. IFM’nin yakın zamanda yaptığı bir çalışmaya göre, petrol fiyatları bir yıllık süre içinde düşük kalırsa bu küresel ekonomiye binde 8’e yakın bir artı sağlayacak. Fiyatlardaki düşüş belli bir etki yaratsa da bunun dünyada çok belirgin bir büyüme trendi yaratacağını düşünmüyorum. Çünkü dünyada büyümeyi aşağıya çeken birçok olumsuz faktör var.