300 milyonluk pazara lojistikle ulaşabiliriz
Türkiye’de ekonomiyi beş temel eğilimin yönlendirdiğini belirten Şikago Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar bunları, şehirleşme, entegrasyon, kaynaklar, eşitsizlik ve robotlar olarak sırladı. 1970’lerin ortalarından itibaren Türkiye’de şehirleşme sürecinin hızlandığını belirten Coşar, bu dönemde nüfusun %60’ının kırsalda, %40’ının ise şehirlerde yaşarken, günümüzde bu durumun hızla değiştiğini ve %80’in kentlerde, %20’nin ise kırsalda yaşamaya başladığını söyledi. İtalya, Fransa ve İspanya gibi sosyal ve ekonomik yapı bakımından Türkiye’ye benzeyen ülkelerde de tarımcılıkla uğraşan ve kırsal kesimde yaşayanların genel nüfusa oranlarının ila %20 arasında seyrettiğini dile getiren Coşar, “Yani ülke olarak bu geçişi tamamladığımızı görebiliyoruz. Bundan sonra mega kentlere göçün yavaşlamasını ve yerel kentlerde yoğunlaşmanın olmasını bekliyoruz. Kırsalda yaşayan nüfus ise yaşlanacak ve giderek daha fazla mekanize tarıma geçecektir” dedi.
AKILLI ŞEHİRLER İÇİN CİDDİ YATIRIMLAR YAPILACAK
Şehirleri tanımlayan en önemli faktörlerin başında nüfus yoğunluğunun geldiğini açıklayan Kerem Coşar, sanılanın aksine İstanbul’un dünyada en çok nüfus yoğunluğuna sahip kentlerden biri olmadığını söyledi. Günümüzde New York, Los Angeles, Mexico City, Rio de Janeiro, Sao Paulo, Buenos Aires, Bogoto, Lima, Londra, Paris, Moskova, İstanbul, Osaka ve Tokyo’yu diğer şehirlerden ayıran en önemli özelliğin, tarımdan yani kırsaldan itilerek gelmiş insanlarla şehrin cazibesine kapılarak gelenler arasındaki farklılık olduğuna vurgu yapan Coşar , “Aslında şehirlerin başarılı ve başarısız olmasını bu ayrıntı belirliyor. İstanbul’da büyük oranda şehrin cazibesine ve büyümesine kapılmış insanlar yaşamakta. Gelişmekte olan Afrika’da ve Güneydoğu Asya’daki ülkelerde ise daha çok kırsaldan şehirlere gelen bir nüfus yoğunluğu söz konusu. Doğal olarak bu durum çok ciddi sosyal problemlere neden oluyor. Çin’de Pekin, Şanghay ve Hong Kong gibi bilinen merkezlerin dışında her yıl 20 kadar şehrin nüfusu 1 milyonu geçiyor” dedi.
Kalkınma ve iktisadi büyümenin şehirleşme ile adeta birebir olduğunu aktaran Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar, tanımı itibariyle şehirleşmenin, tarımdan sanayi ve hizmet ekonomisine geçişi ifade ettiğini kaydetti. Yoğunluğun birbirine karşı işleyen iki iktisadi etkisinin, şehirlerin nüfusunu, gelirini ve yaşam kalitesini belirlediğini ifade eden Çoşar sözlerine şöyle devam etti: “Pozitif etkilerin faydasını artırırken, maliyetleri düşürmek, şehir yönetimini adeta başlı başına bir teknoloji haline getiriyor. Bu bağlamda geleceğin başarılı mega kentleri, imalat sanayini çevreye kaydırmış, insanların hizmet sektöründe (eğitim, araştırma, dizayn, hukuk, turizm, yönetim) çalıştığı, yaşam kalitesi ve mutluluk üreten yerler olacak. Bilim camiasında, bilişim, mühendislik ve altyapı şirketlerinde, şehir planlaması ve yönetimi konularına giderek artan bir ilgi var. Örneğin bu yaz IBM Türk Akıllı Şehirler Teknoloji Merkezi’ni Türkiye’de de kurdu. Önümüzdeki 20 yıl içinde mega kentlerin artmasıyla en büyük altyapı yatırımlarının şehirlerde yapılması planlanıyor. Bunlar sadece yol, su, elektrik gibi hizmetlerle sınırlı olmayıp, kentle ilgili verilerin toplanması, yaşama alanlarının belirlenmesi, trafik analizlerinin yapılması gibi konuları içeriyor. Bunun için de büyük bir analitik çalışmaya ihtiyaç var, çok ciddi insan sermayesi ve bilişim sermayesi gerektiriyor. İşte ‘akıllı şehirler’ kavramı da buna gönderme yapıyor.”
JEOPOLİTİK BÖLGESEL BLOKLAR OLUŞTU
Şikago Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar, küresel ekonomiyi yönlendiren eğilimlerden ikincisinin entegrasyon olduğunu söyledi. Çoşar, entegrasyonun sınırların ve mesafelerin yarattığı engellerin azalması anlamına geldiğini açıkladı. Ülkelerin sınır çekerek birbirlerine karşı oluşturduğu yapay korumacılık duvarlarının azalmasını ve bilişim – taşımacılık teknolojileriyle mesafelerin ve buna bağlı taşıma maliyetlerinin düşmesinin bu aşamada önemli olduğuna dikkat çeken Coşar, böylelikle piyasaların sınırlarının genişlediğini ve pazarın büyüdüğünü belirtti. Entegrasyonun sadece ülkeler arasında değil ülkeler içi mesafelerin azalmasında da önemli işlevinin bulunduğunu işaret eden Çoşar, yakın zamanda bu unsurun Türkiye’de de farkına varıldığını aktardı.
Entegrasyon alanında yaşanan yeni gelişmeleri; bölgesel ticaret blokları ve gelişmekte olan ülkelerde ulaştırma yatırımları olarak özetleyen Kerem Coşar, 2. Dünya Savaşı sonrası çok uluslu ticaret serbestleşmesi döneminin başladığını anımsattı. Bu dönemde gümrük duvarlarının indiğini, Soğuk Savaş sonrasında birçok ülkenin dünya ticaret sistemine eklendiğini, Çin ve Hindistan’ın açıldığını hatırlatan Yrd. Doç. Dr. Coşar şunları söyledi: “Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulması, ticaret konusunda yaşanan anlaşmazlıkların belli bir kural dahilinde çözüm sürecine bağlanması ve Çin’in 2001 yılında DTÖ’ye girmesi dünya ticaretini artırdı. Ta ki 2001’de başlayan Doha Turu’na kadar. Doha Turu bilindiği üzere DTÖ’nün çok uluslu ve taraflı turlarından biriydi. Doha Turu’nun tamamlanmasıyla yaşanan tıkanma dönemini aşmak için ülkeler yeni arayışlara girdiler ve ikili serbest ticaret anlaşmaları yapmaya başladılar. Tıkanma sonrası başlayan arayışların bir diğeri de bölgesel bloklar. Bunlar birden fazla ülkeyi kapsayan, jeopolitik önemi olan ve son zamanlarda birçok çatışmanın öbeğinde olan süreçler. Burada yaşanan en önemli gelişmelerden biri Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) adı altında ABD ile AB arasında 2013 yılında başlayan müzakerelerdir. Her iki blok da bu müzakerelerle tarife dışı engelleri yok etmeyi hedefliyorlar. Bölgesel bloklardan ikincisi ABD’nin Çin’e karşı, Japonya ve diğer Pasifik ülkeleriyle başlattığı Transpasifik Ortaklığı, üçüncüsü ise Avrasya Gümrük Birliği’dir. Belki çok farkında değiliz ama bu blok, Rusya’nın Belarus ve Kazakistan ile oluşturduğu gümrük birliği olup eski Doğu Bloğu ülkelerine doğru genişlemeyi amaçlıyor. Zaten bugün yaşanan Ukrayna krizinin temelinde de bu var. Rusya, Ukrayna’nın AB’nin gümrük birliği yerine kendi gümrük birliğine girmesini istiyor. Kısacası jeopolitik bölgesel bloklar güvenlik başta olmak üzere pek çok konuya yansıyor.”
TTIP TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK RİSK
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın (TTIP) gümrük birliği bandında Türkiye için önemli bir sorun teşkil ettiğinden söz eden A. Kerem Coşar, az önce bahsi geçen yeni nesil ticaret anlaşmalarının gümrük bariyerlerinin ötesinde olduğunu ifade ederek derin bir entegrasyon amaçladığını söyledi. Türkiye’nin 1996 yılında Gümrük Birliği’ne girmek suretiyle asimetrik bir anlaşma imzaladığına atıfta bulunan Coşar, şunları belirtti:
“Biz AB’nin üçüncü ülkelere karşı uyguladığı gümrük tarifesini kabul etmiş durumdayız. Bu mal dolaşımını çok kolay hale getiren ve yatırımı artıran bir durum. Ancak biz ikili serbest ticaret anlaşması yaptığımızda Birliğin bunu kabul etme zorunluluğu yok. ABD ile AB arasında TTIP imzalanırsa gümrükler sıfıra inecek ve malların girişi kolaylaşacak. Türkiye’nin en büyük korkusu ise bu anlaşmanın dışında kalarak malların Avrupa üzerinden buraya gelecek olması. Oysa biz aynı pazar girişini ve serbestliği Amerika’da alamayacağız. Yakın zamanda da ABD ile ikili bir ticaret anlaşmasının yapılması pek mümkün görünmüyor. AB de bizi masaya dahil etmek istemiyor. Bu şartlar altında ‘Gümrük Birliği’nden çıkalım’ şeklinde bir yaklaşım da ortaya çıkmaya başladı. Fakat kısa dönemde bunun gerçekleşmemesi ve Türkiye-ABD arasında STA müzakerelerinin başlamaması durumunda, asimetrik rekabet altında da olsa GB içinde kalmanın maliyeti, GB’den çıkmanın maliyetinden daha düşük olabilir. Bu anlamda GB içinde kalmamız en iyi seçenek. Alternatif olarak şunu paylaşabilirim: Öngörülemeyen durumlar sebebiyle, AB'den gelen malların serbest dolaşımını engellemeden, AB'nin bundan sonra Serbest Ticaret Anlaşması imzalayacağı ülkelerden yani örneğin ABD’den Türkiye’ye doğrudan gelen malları Gümrük Birliği dışında tutmak. Bunu yaptığımız zaman AB bu ‘anlaşmanın ruhuna aykırı, kabul edilemez’ diyecektir. Bu şekilde “şu ana kadar ülkemize yapılan yatırımlara zorluk çıkarmak istemiyoruz” diyerek Gümrük Birliği içinde kalır ve iyi niyet göstermiş oluruz. Ayrıca AB’nin imzaladığı STA’lar, Türkiye’nin bu ülkelerle takiben yaptığı müzakerelerde pazarlık gücünü azaltıyor. Bunu da gerekçe göstererek AB’ye bu durumu kabul ettirebiliriz.”
300 MİLYONLUK BİR PAZARA ULAŞABİLİRİZ
Günümüzde ülke içi ulaştırma altyapısının yetersizliğinin gelişmekte olan ülkelerin rekabet gücü ve gelişmesi önündeki en büyük engellerden biri olduğunun altını çizen Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar, Türkiye’nin ulaştırma alanında son 10-15 yıllık süreç içinde büyük atılımlar gerçekleştirerek çok iyi bir konuma geldiğini anlattı. Türkiye’de ulaştırma sektöründe yapılan yatırımları bir devrim olarak nitelendiren Coşar, havacılık, liman özelleştirmeleri, kara ve demiryolu yatırımlarının mesafelerin maliyetini azalttığını ve dikkat çekici boyutlara ulaştığını belirtti. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Rekabetçilik Raporu’nda, karayolu altyapı kalitesi sıralamasında Türkiye’nin 53.'lükten 43.’lüğe yükseldiğini açıklayan Kerem Coşar, “Dünya Bankası Lojistik Performans Endeksi'nde (LPE) skorumuz, (5 üzerinden) 2.94'ten 3.61'e çıkarak fazla artış göstermeyen 3.68'lik OECD ortalamasını yakaladı. LPE'nin 150 ülke sıralamasındaki yerimiz, ticaret ve ulaştırma altyapısının kalitesi konusunda 39'dan 25'e, malların zamanında ve öngörülebilir teslimi konusunda 52'den 27'ye yükseldi. Türkiye'nin bu dönemdeki ihracat artışının 'i, ülke içi ulaştırma maliyetlerindeki azalıştan kaynaklanıyor” şeklinde konuştu. Lojistik sektöründeki yatırımların ve yeni bölgelerin kapsama alanına alınması gerektiğine değinen Coşar, bu altyapı yatırımına teknolojinin ve sektörün cevap vermesi gerektiğini işaret etti.
Türkiye’nin nüfus büyüklüğüyle büyük ancak iktisadi açıdan süper güç olmak için de küçük bir ülke konumunda olduğunu anlatan A. Kerem Coşar, bu sebeple bölgesel entegrasyonun kilit önemde bulunduğunu kaydederek şunları belirtti: “Bu entegrasyon hem batı hem de doğuyla olmalı. Ancak gördüğümüz kadarıyla batıyla bir tıkanma durumu söz konusu. Bu sebeple ülkemiz; İran, Gürcistan, Suriye, Azerbaycan ve Lübnan ile serbest ticaret bölgeleri kurarak veya ulaştırma altyapısını entegre etmek suretiyle 300 milyonluk bir pazara ulaşabilir. Bu kalkınmamız ve iktisadi güç olabilmemiz için çok önemli. Bu konuda ciddi çalışmalar yapılıyor. Örneğin İran ile mal taşımacılığına yönelik demiryolu bağlantısının yapıldığını biliyorum.”
BEŞ ADIMDA KÜRESEL ÖLÇEKTE SIÇRAMA YAPABİLİR
Şikago Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar, son 30 yılda küresel çapta eşitsizliğin ciddi bir düşüş trendinde olduğunu, özellikle Çin ve Hindistan’ın hızlı büyümesinin küresel eşitsizliği azalttığını anlattı. Eşitsizlik algısının, yakın çevreyle karşılaştırma üzerinden oluştuğunu anlatan Coşar bunu, ABD’li gazeteci Mencken’in “Bir erkeğin kazancından duyduğu memnuniyetin ölçüsü, kayınbiraderinin/kayınçosunun kazancıdır” sözüyle izah etti. Eşitsizliğin sosyal ve politik yansımalarının önemine dikkat çeken Coşar, gelir eşitsizliğinden ziyade fırsat eşitsizliği kavramının öne çıktığını vurgulayarak sağlık ve eğitim konularının belirleyici olduğunu belirtti. Türkiye’de eşitsizliğin giderek azaldığını ama buna rağmen OECD sıralamasında hala çok üstlerde bulunduğunu dile getiren Coşar, sağlık sektöründe son yıllarda gözle görülür bir iyileşme olduğunu, buna karşın eğitimde gidişatın olumlu olmadığını ifade etti.
Küresel ekonomiyi yönlendiren beşinci ve son eğilim olarak teknoloji ve robotlardan bahseden Yrd. Doç. Dr. A. Kerem Coşar, imalatta mekanizasyon, hizmetlerde otomasyon ve analizde yapay zekanın önemli hale geldiğini dile getirdi. Küresel ekonomiyi etkileyen bu beş eğilim ışığında Türkiye’nin rakamsal olarak tamamladığı şehirleşmesini derinleştireceğini kaydeden Coşar sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemiz kentlerinin verimliliğini ve mutluluğunu artırırsa, ülke içi ve bölgesel entegrasyonunu artırmaya devam ederse, kaynaklarını rasyonel ve verimli kullanırsa, temel eğitimde kaliteyi ve fırsat eşitliğini sağlarsa, yüksek eğitim-sanayi işbirliği içinde yükselen teknolojileri üretir hale gelebilirse, arzu ettiğimiz sıçramayı yapabilir ve müreffeh ülkeler arasında hak ettiği yeri alabilir.”
TTIP NE GETİRECEK?
Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, arasında Haziran 2013 tarihinde müzakerelerine başlanan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) adı verilen bu girişim, iki ekonomi arasında gümrük vergilerinin sıfırlanmasını ve gümrük dışı engellerin (farklı standartlar ve sertifikasyon düzenlemeleri, gümrüklerdeki bürokrasi vs) azaltılmasını amaçlıyor. Gerçekleşmesi halinde, TTIP Türk firmaları için asimetrik bir rekabet doğuruyor. AB ile olan Gümrük Birliği gereğince Türkiye, TTIP düzenlemelerini uygulamak ve ABD’li üreticilere pazarını açmak durumunda kalırken, ABD pazarında AB ülkelerinin yaşayacağı serbest rekabet imkanlarından faydalanamıyor.