Dört adımda ekonomideki sorunlar çözülebilir
03/05/2019 - 11:38:00
TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, Türkiye ekonomisinde küçülmenin başladığını söyledi. Küçülme dursa dahi büyümenin uzun süre düşük seviyelerde kalacağını belirten İmamoğlu, ekonomiyi güçlendirmek için atılması gereken adımları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, finansal istikrarın sağlanması, ekonomide verimliliği artıracak reformların yapılması, AB ile ilişkilerin güçlenmesi ve Gümrük Birliği modernizasyonu için gerekli adımların atılması olarak sıraladı.
Türkiye ekonomisinin mevcut görünümünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sürecin en karakteristik özelikleri nedir?
Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası yaptığı reformlarla önemli bir büyüme ivmesi kazandı. Özellikle bankacılık ve kamu maliyesinde yapılan reformlarla özel sektör ve hane halkının finansmana erişimi arttı. Kredilerin milli gelire oranı 2001’de ’dan şimdi %70 civarına çıkmış durumda. Borç yapısına bakıldığında dış borç stokunun yaklaşık üçte birini kamu oluştururken, üçte ikisini özel sektör taşıyor. Böyle bir durum Türkiye’de ilk defa oluyor. 2009’a kadar ihracat geliri olmayan firmalar döviz cinsinden kredi kullanamazken küresel kriz nedeniyle bu kural esnetildi. Yüksek enflasyon nedeniyle Türk Lirası’nda vadelerin kısa ve maliyetlerin yüksek oluşu özel sektörü döviz cinsinden borçlanmaya yönlendirdi. Ancak küresel krizden bu yana yurt dışında artan faizler dış borcu giderek daha maliyetli hale getirdi. İçerideyse büyümeyi önceliklendiren genişlemeci politika seçimleri nedeniyle Türk Lirası’nda önemli bir değer kaybı yaşadık. Bunun sonucunda döviz cinsinden olan borçlar şirket bilançolarında önemli bir baskı yaratmaya başladı. Şu an içerisinde olduğumuz ekonomik durumun en temel özelliği döviz cinsinden yüksek oranda borçlu olan sektörlerin kurdaki ve faizlerdeki artış nedeniyle ciddi bir zorluk içerisine sürüklenmiş olmasıdır. Önümüzdeki dönemde biriken borç sorununu çözmenin yanında yeniden bu birikimin oluşmasının önüne geçmek için hangi tedbirleri almamız gerektiğini da tartışmamız gerekecek.
Türkiye ekonomisi 2018'in dördüncü çeyreğinde yüzde 3 küçüldü. Bu rakam krizin ilanı olarak değerlendiriliyor. Siz nasıl görüyorsunuz?
Ağustos ayında dış ilişkiler kaynaklı bir şok yaşadık. Ancak o noktaya gelene kadar finansal açıdan artan dış borç ve yüksek enflasyon nedeniyle ekonomimiz zaten oldukça kırılgan olarak nitelendiriliyordu. Uzun zamandır borçları azaltacak kontrollü bir yavaşlamaya ihtiyacımız olduğunu belirtiyorduk. Ağustos ayından sonra bu süreç arzu ettiğimizden daha hızlı ve kontrolsüz oldu. Eylül-Ekim aylarında kamu tarafından atılan adımlarla finansal piyasalar sakinleşti. Merkez Bankası’nın 625 baz puanlık faiz artışı ve Yeni Ekonomik Programın açıklanması kurda istikrarı sağladı. Ancak reel sektörde etkiler son çeyrekte daha net ortaya çıktı. %3’lük küçülme Ağustos sonrası süreçte yaşadığımız kredi daralmasın bir neticesi, başlangıcı değil. Ekonomide ilk çeyrekte de talep koşullarının zayıf seyrettiğini ancak küçülmenin durduğunu tahmin ediyoruz. Her ne kadar yıllık bazda yine negatif büyüme görecek olsak da son çeyreğe göre nispeten yatay bir görünüm var. Küçülme dursa dahi büyümenin uzun süre düşük seviyelerde kalacağını tahmin ediyoruz.
SEÇİM SONRASI POLİTİKA TERCİHLERİ ÖNEMLİ
2019’un nasıl bir yıl olmasını öngörüyorsunuz?
2019 yılının temel belirleyicisi seçim sonrasında uygulanacak politikalar olacak. Seçim öncesinde talep ve likidite anlamında ekonomiye epey destek verildi. Seçimden sonra ise daha sıkı bir politika uygulamak zorundayız. Ayrıca Avrupa ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle ihracatın büyümeye katkısı bu yıl biraz daha sınırlı olacak. Eğer banka bilançolarında risk oluşturan döviz cinsinden kredileri bilanço dışına çıkaracak mekanizmalar tasarlayabilirsek büyümeye geri dönüş çok daha hızlı ve kolay olur. Diğer yandan yine aynı borç seviyelerine gelmeden sağlıklı büyüyebilmek için yapısal reformlar ile ekonomimizdeki verimliliği artırmak mecburiyetindeyiz.
Ekonomideki durgunluk karşısında Merkez Bankası neden faiz artırımına gidiyor?
Çok yüksek bir enflasyona sahibiz. Bunun temel nedeni ise kurdaki yüksek artış oranı. Geçen yıla kıyasla döviz kurunda %40’a yakın artış oldu. Enflasyonu kontrol altına almak ve düşmesini sağlamak için para politikasını yeterince sıkı tutmak zorundayız. Enflasyon düşmeye başlayınca Merkez Bankası da kademeli olarak faizleri indirecektir. Zaten talebin zayıf olması düşüş yönünde bir destek sağlıyor. Ancak kurda yüksek artışlar bu trendi yavaşlatabilir hatta tersine çevirebilir. Bu nedenle faizleri bir süre daha yüksek tutmak zorundayız. Bu süreçte ekonomiye mali politika ile, örneğin vergi indirimleriyle destek verebiliriz ki bu tür tedbirler belli sektörlerde zaten alınıyor.
İŞSİZLİK ARTMAYA DEVAM EDECEK
Türkiye’deki büyüme neden işsizliği azaltmıyor?
Türkiye’de büyümenin istihdam yaratma kapasitesi küresel krizden sonra arttı ve büyüme işsizliği azaltıcı yönde etki etti. 2012 yılında %8 civarında Türkiye için oldukça düşük bir işsizlik oranı gördük. 2011 sonrasında ekonomik büyüme çok dalgalı seyretmiş olsa da giderek yavaşlayan bir trend izledi. İşgücüne katılımın da her yıl artmaya devam ettiği düşünüldüğünde işsizliği düşürmek için daha fazla istihdam yaratmak gerekti. Bu yıl yaşanılan küçülmenin etkisiyle işsizlikte önemli oranda yükseliş gördük. Yılın ikinci yarısına kadar artışın devam etmesini bekliyoruz.
Türkiye ekonomisi ihracata dayalı büyümeyi başarabildi mi?
Türkiye ihracatının dünyadaki payı çok fazla değişmedi. Ancak ürün ve ülke çeşitliliğini artırmayı başardık. Küresel ekonominin, özellikle de Avrupa ekonomisinin küresel kriz sonrası yavaşlamış olması ihracatımızın yüksek artış hızlarına ulaşmasını engelliyor. Ayrıca Türkiye’nin 2008’den bu yana reformlar anlamında da yavaşlaması nedeniyle rekabet gücümüzü arzu ettiğimiz kadar artıramadık. Teknoloji ve inovasyona daha fazla ağırlık vermemiz gerekiyor. Finansman her zaman gerekli, yüksek katma değerli üretim için de borçlanma yapacağız elbette. Yeter ki bulduğumuz finansmanı üretken alanlarda kullanalım. O zaman milli gelirdeki artışımız borcumuzdan daha hızlı olacağı için borçluluk oranımızı artırmadan büyümemiz mümkün olur.
KURDA İSTİKRAR ŞART
Enflasyon çift haneli rakamlara yükseldi? Bu yükselişi ne tetikliyor? Enflasyon nasıl düşürülebilir?
En büyük etki kurdaki artıştan geliyor son yıllarda. Bu nedenle enflasyonu düşürebilmek için kurda istikrarı sağlamak şart. Merkez Bankasının enflasyon hedeflemesinin yanında kamunun da belirlediği enflasyon hedeflemesine uyumlu politikalar yapması gerekiyor. Gıda enflasyonunda ise önemli yapısal sorunlarımız var. Biz tarım reformunu tamamlayamamış bir ülkeyiz. Tarımda ölçek sorunu, örgütlenme eksikliği, üretim planlaması, lisanslı depoculuk gibi pek çok alanda yapılması gerekenler var. Bunların yanında enflasyonda yapışkanlık da önemli bir sorun. Sürekli geriye dönük olarak, gerçekleşen enflasyon üzerinden beklentilerin oluşması enflasyonla mücadeleyi zorlaştırıyor. Bu nedenle kredibilite çok önemli. Merkez Bankası ve hükümetin enflasyonu düşüreceğini söylemesi yeterli değil, inandırıcı bir plan ortaya koyulmalı.
Vergi ve bütçe politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu alandaki politikalar yerli ve yabancı yatırımcıyı nasıl etkiliyor?
Son yıllarda bir seçim döngüsü içerisinde kaldık. Mali politikada önemli bir gevşeme görüyoruz. Ancak harcamalarda artış olsa da gelirlerdeki artış ile bütçe hedefleri tutturuluyor. Yalnız gelir artışları vergiden ziyade bir kerelik gelirler ile sağlanıyor. Bu da bütçe performansı üzerinde ileriye dönük belirsizlik yaratıyor. Yabancı yatırımcılarında bu sıralar en fazla sordukları soru bütçe hedeflerinin tutturulup tutturulamayacağı yönünde. Ayrıca Kamu Özel İş birliği projelerinden gelen koşullu yükümlülüklerin yani verilen garantilerin büyüklüğü de merak ediliyor. Bu konularda şeffaf bir şekilde bilgilerin paylaşılması güveni artıracaktır.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ GÜÇLENDİRİLMELİ
Güçlü bir ekonomi için hangi alanlarda adımların atılması gerekiyor?
Her şeyden önce demokrasi ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi lazım. Hukuk devleti olmak demek, devletin hukuk kurallarıyla bağlı olması, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, öngörülebilir kurallı bir sistemle yönetim ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmesi anlamına gelir. Bir hukuk devletinde yasama da yürütme de yargısal denetime tabidir. Hukukun üstünlüğü olmadan kurallı bir ekonomiden ve öngörülebilirlikten bahsetmemiz mümkün değildir. Mülkiyet hakkından bahsetmek mümkün değildir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı bir sistemde yatırım, istihdam, inovasyondan bahsetmek mümkün değildir. Hukukun üstünlüğünü ne kadar güçlendirirsek ekonomimizi de o kadar güçlendiririz.
Diğer alanları 3’e ayırabilirim; finansal istikrarın sağlanması, ekonomide verimliliği artıracak reformlar ve küresel ilişkiler. Avrupa Birliği yabancı yatırımlarımızda %70, ihracatımızda %50 paya sahip. Ama bizim Gümrük Birliği Antlaşmamız yalnızca sanayi ürünlerini kapsayan, dijital ekonomi, hizmet ihracatı, uyuşmazlıkların çözümü gibi alanları kapsamayan oldukça sınırlı bir işbirliği. AB üyelik hedefimizin yanında Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve Türkiye’nin dijital tek pazara erişiminin sağlanması gerekiyor. Bu yönde atılması gereken tüm adımları acil olarak atmalıyız.
Dünyanın ekonomik görünümü açısından neler söylemek istersiniz?
Küresel ekonomi bu yıl yine yavaşlıyor. Almanya’nın bu sene yüzde 1’in altında büyümesi bekleniyor. Çin ekonomisi de yavaşlıyor. Amerika ile olan müzakereler iyi bir şekilde sonuçlansa bile yavaşlama devam edecek. Öte yandan Brexit belirsizliği sürüyor. Fırtına demek belki abartılı olur ama geçen yılki olumlu hava maalesef bu yıl yok. Ben ne küresel düzeyde ne de Amerika’da resesyon beklemiyorum ama dünyada tüm bölgeler beklentilerimizin ötesinde yavaşlayacak.
LOJİSTİKTE YAPISAL SORUNLAR ÇÖZÜLMELİ
Lojistik sektörünün ticaret hacminden doğrudan etkilenen sektörlerin başında geldiğine dikkat çeken TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, “Bu yıl küresel ticaret beklentileri aşağıya doğru revize oluyor. Ama sektör orta ve uzun vadede ciddi potansiyel taşımaya devam ediyor. Türkiye bence çok özel bir coğrafi konuma sahip ama bu potansiyel yeterince değerlendirilemiyor. Sektörün konjonktürden ziyade yapısal sorunlarına daha fazla eğilmesi ve bu potansiyeli kullanma yönünde çaba göstermesi önemli. Bu anlamda kamuya da çok önemli görevler düşüyor” diyor.