10 Soruda: Avrupa Yeşil Mutabakatı
30/07/2021 - 14:52:00
İklim krizi karşısında inisiyatif alan AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile hedefleri ve takvimi belirledi. Peki Avrupa Yeşil Mutabakatı nedir, neleri içeriyor? Taşımacılık sektörünü nasıl etkileyecek? Bu soruları cevaplandıran ÜNSPED Gümrük Müşavirliği ve Lojistik Hizmetler A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Cahit Soysal, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın lojistik sektörünü zorlayacağını söyledi.
1-Avrupa Yeşil Mutabakatı nedir?
Avrupa Birliği’nin yeni büyüme stratejisine “Yeşil Mutabakat” adı verildi. 11 Aralık 2019 tarihinde AB’nin Yeşil Mutabakat Bildirisini açıklayan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula van der Leyen, Yeşil Mutabakat’ın bir taraftan istihdam yaratırken bir taraftan da emisyonların azalmasına yardımcı olacağını belirtti. Özetle, önümüzdeki yıllarda AB (Avrupa Birliği) ile ticaret yapan ülkeler hem ürettikleri ürünlere dikkat etmek zorunda hem de bu ürünleri düşük emisyonlu enerjiyle üretmek, hem de AB topraklarına bu ürünleri en düşük emisyona sahip taşıt araçlarıyla taşımak zorunda kalacak.
2-AB bu strateji ile ne yapmak istiyor?
Küresel düzeyde bu büyüme stratejisine iki türlü bakanlar var. İlk görüş sahipleri, “AB yine tarife dışı engellerle yerli üretimini geliştirmek istiyor. Bunlar hep böyle yapıyor, hem standardı koyuyor hem de 2- 3 yılda bir yenileyerek eski standardı değiştirip yeni bir standart koyuyor. Böylece, sürekli önde olduğundan yeni standartlara göre üretilen ürünleri de yine AB’den almak zorunda kalıyoruz. Örneğin TIR çekicilerinde kaçıncı standarda geldik bir bakalım. EURO-1 ile başladığımız yolculuk EURO-6’ya kadar geldi. Daha eski standarttaki aracımız çalışıyorken yeni standart nedeniyle eskisini sefere koyamadığımız gibi, yenileri için AB üreticilerine dünyanın parasını ödüyoruz” şeklinde düşünüyor. İkinci görüş sahipleri ise, “Atmosferi kirlete kirlete yolun sonuna geldik. Sera gazlarındaki bu artış hızı 20 – 30 yıl içinde dünya yüzeyinin ısısı 2 santigrat derece daha artabilir. Bu artış miktarı ‘Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ (IPCC) tarafından ‘tehlikeli’ seviyelerden kaçınabilmek için üst sınır olarak belirlendi. Öyleyse, bugünden önlem alarak kömür, petrol ve doğalgazdan oluşan fosil yakıt kullanımına son vermeli, karbondioksit emen orman varlığımızı korumalıyız. Kaldı ki, bu önlemleri sadece kendi ülke veya topluluk sınırları ile de uygulayamayız. Küresel ısınma, devlet, millet tanımadan tüm insanlığa zarar verir. Öyleyse, AB’nin “Yeşil Mutabakat Stratejisi’ni biz de desteklemeli, şimdiden yarınların üretim modeline ve ticaretine hazırlanmalıyız” diyor.
AB yetkilileri ise, Yeşil Mutabakat konusunda samimi olduklarını, temel hedeflerinin doğayı kirletmeyen bir üretim modeli geliştirmek olduğunu ısrarlar beyan ediyorlar. Ama beyan yetmiyor, realiteye de bakmak lazım. Mevcut karbon salınımının %20’sinin G7 ülkesi tarafından atmosfere salındığını da göz ardı edemeyiz.
3-Gerçekten de sanayi devrimi sonrası dünyanın atmosferi kritik seviyede kirletildi mi, yoksa bu iddialar bir şehir efsanesi mi?
Sanayi Devriminin başlangıcı sayılan 1750 yılından bu yana insan faaliyetleri sebebiyle, atmosferik karbondioksit konsantrasyonunda 1750'de 280 ppm'den, (milyon başına parçadan) 2019'da 415 ppm'ye %45'lik bir artış görülmüş. Atmosferik karbondioksit konsantrasyonunun bu kadar yüksek olduğu en yakın zamanın 3 milyon yıldan fazla bir zaman öncesi olduğu gözlemlenmiş. Doğal karbon döngüsünde yer alan çeşitli "karbon yutakları" tarafından emisyonların yarısından fazlasının emilmesine rağmen bu artışın meydana gelmiş olması düşündürücüdür.
Mevcut sera gazı emisyon oranları böyle devam ederse, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığının 2036 yılına kadar 2 °C kadar artabileceği belirtiliyor. Bu artış miktarı Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından "tehlikeli" seviyelerden kaçınabilmek için üst sınır olarak belirlenmiş durumda. Antropojenik karbondioksit emisyonlarının büyük çoğunluğu fosil yakıtların, özellikle kömür, petrol ve doğalgazın kullanımından kaynaklanıyor. Ormanların yok edilmesi ve tarlaların arsaya dönüştürülerek beton, cam ve ısı yayan çatı malzemeleri ile inşa edilmiş binalarla dolması da karbon salınımını artırıyor.
4-Yeşil Mutabakat stratejisi temelde neler öngörüyor?
AB, fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji ile üretim yapmayı planlıyor. Bunun için yoğunlukla “hidrojen enerjisi” üretmeyi planlıyor. Yapılan planlamaya göre, bugünden başlamak üzere 2024 yılı sonuna kadar en az 6 GW gücünde yenilenebilir hidrojen elektrolizörün kurulumu ile 1 milyon tona yakın yenilenebilir hidrojen üretimini desteklemeyi öngörüyor. Bu arada, suyun oluşturduğu hidrojen ve oksijen molleküllerini ayırabilen kimyasal işlemi gerçekleştiren üretim tesislerine “elektrolizör tesisi” denildiğini de belirtmek gerekir. 2025 – 2030 yılları arasında en az 40 GW yenilenebilir hidrojen elektrolizörü ile 10 milyon tona yakın yenilenebilir hidrojen üretimini öngörüyor. 2030 yılından sonra yenilenebilir hidrojen kullanımını dekarbonizasyonu (karbonsuzlaştırması) zor olan sektörlerde daha geniş ölçekte yaygınlaştırmayı hedefliyor.
5-Yeşil Mutabakat stratejisine neden olan temel etmenler nelerdir?
Bir cümleyle ölçüsüz üretimdir diyebiliriz. Ürettiğini satamayan veya tüketemeyen bir dünyada yaşar hale gelmeye başladık. Örneğin, AB genelinde yılda yaklaşım 88 milyon ton gıda israf ediliyor. Bunun maliyeti ise 143 milyar dolar. EuroStat’ın bildirdiğine göre AB’de iki günde bir besleyici miktarda yemeğe erişemeyen nüfusun toplamı ise 33 milyonu buluyor. Demek ki, bilişim teknolojileri kullanılarak salt perakende ve tüketici ağlarının ve ürün erişiminin yeniden oluşturulması ve tüketilemeyen gıda maddelerinin miktarını düşürebilmek mümkün. Yapılan hesaplamalara göre, bu yönde yapılacak çalışmaların sonuç vermesi halinde kişi başına düşen gıda israfı %50 oranında düşürülebilir. Avrupa Yeşil Mutabakatı bunu “Çiftlikten Çatala Stratejisi” ile başarmayı umut ediyor. Yani mümkün olduğunca az sera gazı salarak gıda maddelerini üretmek ve dijital pazarlar aracılığı ile doğrudan tüketiciye sunabilmek hedefleniyor. Bunun “döngüsel ekonomi” modeliyle desteklenmesi ve atık – artık miktarlarının minimum düzeylere indirilerek, geri dönüşümü mümkün ambalaj ve atıkların üretimi destekleniyor.
Öte yandan, asıl karbon salıcı sektörün sanayi sektörü olduğunun unutulmaması lazım. Avrupa Yeşil Mutabakatına göre, sera gazı salan sanayi kuruluşlarına bir fiyat getirilecek. Yani ne kadar karbon salınımı yapıyorsanız o kadar fazla fon ödemekle yükümlü kalacaksınız. Böylece oluşan fonlar karbon salınımını minimum düzeye çeken işletmelere aktarılarak, bu işletmelerin gelişimi desteklenecek. Bu şekilde oluşacak “karbon vergisi”nin yanı sıra “emisyon ticareti” de ikinci bir politika aracı olarak kullanılabiliyor. Buna göre, AB karbon salan işletmelere belli miktarlarda “karbon salınımı tahsisatı sağlıyor. İşletme bu belli bir ücret ödemeksizin edindiği bu tahsisatın tümünü kullanabileceği gibi, kullanamadığı kısmını karbon piyasasında satabiliyor.
Tüm bu düzenlemelerin temel amacı verilen izin dışında yabancı emisyonlardan kaynaklanan “karbon kaçağı” miktarını hem vergi ile hem de idari yaptırımlarla cezalandırmak ve Avrupa’yı daha yeşil ve yaşanır bir ülke haline getirmek.
6-Yeşil Mutabakatın tamamen insani olduğunu, ekonomik bir politika olmadığını söyleyebilir miyiz?
Hayır sadece insani değil. 2019’da açıklanan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda amaçlar şöyle sıralandı:
• 2050 yılına kadar ilk iklim nötr kıta olmak
• Ekonomiyi canlandırmak
• İnsanların sağlığını ve yaşam kalitesini iyileştirmek
• Doğaya özen göstermek
• Kimseyi geride bırakmamak
• Görüldüğü gibi, Yeşil Mutabakat, insani nedenlerin yanı sıra çevreci bir ekonomik yapılanmayı da öngörüyor.
7-Yeşil Mutabakat, Türkiye’nin üretimine ve ihracatına olumsuz etki yapar mı?
Öncelikle şunu belirtmek isterim. “Carbon Market Watch” tarafından hazırlanan rapora göre, 2008-2019 yılları arasında AB’de ücretsiz emisyon tahsisatlarından sağlanan ek kârın 30 ila 50 milyar euro arasında olduğu tahmin ediliyor. Avrupa Birliği bir yandan AB’de yerleşik firmalara ücretsiz tahsisat sağlarken, bir yandan da Birlik dışındaki ülkelere “Sınırda Karbon Uyarlama Mekanizması” (SKUM) ile ek mali yükümlülükler getirirse, elbette Türk ekonomisi bundan olumsuz etkilenir. Eğer rekabetçi bir ortam yaratılmak isteniyorsa, karbon salınım maliyetlerinin hem yerli üreticiye hem de AB dışı üreticilere eşit olarak yansıtılması gerekir.
SKUM’un işleyişine ilişkin taslak öneriye göre SKUM’a tabi tutulacak sektörlerin demir, çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektronik olduğu anlaşılıyor. Bu taslağın yasalaşması halinde, bundan en çok etkilenecek ülkelerin Rusya, Türkiye, İngiltere, Ukrayna ve Çin olduğu görülüyor. Türkiye’nin bu düzenlemeye tabi ürünlerden AB’ye yılda 4,7 milyar dolarlık ürün sattığını unutmamamız gerekiyor.
Dolayısıyla, bugünden SKUM henüz AB organlarında yasalaşma sürecinde iken, bu mekanizma ile ilgili Türkiye’nin görüşlerinin AB organlarına şimdiden bildirilmesinde yarar var.
8-“Sınırda Karbon Uyarlama Mekanizması (SKUM) kurulursa nasıl işleyecek?
Öncelikle şuna dikkat etmek gerekiyor. Muhtemelen bu uygulama sınır gümrüklerinde hayata geçecek. Yani bir Türk plakalı kamyon Kapıkule’den çıkıp Bulgaristan’ın “Kapitan Andreo Sınır Kapısı”na geldiğinde SKUM devreye girecek. Dolayısıyla, nakliyecilerimiz, “Hele bir izin verin de malı Berlin’deki gümrük antreposuna boşaltalım, sonra eşya ile ilgili ne yapacaksanız yapın” deme konumunda olmayacak. Uygulamanın bizzat birinci muhatabı nakliyeci olacak.
Sınır kapısında, taşınan yüklerin emisyon hesaplaması yapılacak. Muhtemelen önceden üretici firmada yapılan hesaplamaları gösteren AB’den sertifikasyon almış işletmelerin düzenlediği raporla itibar edilecek. Bu hesaplamalarda birinci kapsamda doğrudan ikinci kapsamda dolaylı emisyon ölçümlemelerine bakılacak. GHG Protokol’üne uygun “Toplam Karbon Ayak İzi Raporu” şeklinde bir rapor sunulmayan dolaylı emisyonlarda, ithalatın gerçekleştiği ülkenin elektrik tüketiminin kompozisyonuna dayalı bir değerlendirme yapılacak. Ölçümleme sonucundan AB’de yerleşik ithalatçı firma “asıl sorumlu” sıfatına sahip olacak. Bu ithalatçılar kapsam 1 ve kapsam 2 emisyonları ile orantılı şekilde dijital sertifika satın alacak. Bu sertifikaların fiyatları Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) tarafından belirlenecek.
9-SKUM uygulamasında muhatap hem nakliyeci hem de ithalatçı olacak diyorsunuz. Konuyu açıklığa kavuşturabilir misiniz?
Elbette ki, SKUM yasalaşıp alt düzenlemeleri de yayımlanmadığı sürece söyleyeceklerimiz bir tahminden ibaret olacaktır. Ama bu tahminlerin de bazı ip uçları şimdiden görünüyor. Bir defa AB sınırına gelen AB dışı ülkelere ait taşıt aracı sahibi önce kendi karbon salınımı konusunda hesap verecek. Eğer belli ölçüde atmosfere karbon salıyorsa önce kendi seyahatinin uzunluğu ölçülerek bu miktara denk düşen bir miktarı “karbon salınım vergisi” olarak sınırda ödeyecek. Muhtemelen önümüzdeki 10 yıl içinde AB’de “sıfır emisyonlu hidrojen ile çalışan yakıt hücresi” ile çalışan çekiciler üretilmeye başlanacak. Eğer Türk nakliyecisi bu çekicileri ile yük taşıyorsa muhtemelen herhangi bir bedel ödemeden AB’ye teslimat yapabilecek. Dolayısıyla uluslararası nakliyeci taşıma aracı yönünden “karbon ayak izlerini” göstermek zorunda.
Nakliyecinin ikinci sorumluluk alanı ise yükünün “karbon ayak izleri yönünden durumunu” açıklığa kavuşturan belgeleri veya “gömülü karbon raporları”nı yanında taşıması. Eğer bu akredite kurumlardan temin edilmiş belgeleri sunabilirse, ürünleri de herhangi bir vergi ödemeksizin AB topraklarına girebilecek. Bu belgenin olmadığı durumlarda ise sınırdaki görevlilerin yaptığı ölçümlemelere ve hesaplamalara denk düşen bedeli ya ödeyecek ya da ihracatçı veya ithalatçının ödemesini sağlayacak.
10-“Gömülü Karbon” ne demek? Tüm bunları taşımacı nasıl izleyebilir? Bu düzenlemeyle nakliyeciye haksızlık yapılmıyor mu?
Bir ürünün üretim sürecinde tüketilen enerjinin yaydığı sera gazı emisyonlarına “Gömülü Karbon” deniliyor. Örneğin hidrojen enerjisi, rüzgar enerjisi, ısı enerjisi gibi, “temiz enerji” ile üretilen enerjinin gömülü karbonu olmuyor. Fosil yakıtlarla elde edilen enerjinin üretiminde sera gazı dağılımı yüksek olduğundan bunların ürüne yansıtılan kısmına “Gömülü Karbon” deniliyor. İyi anlaşılması için bilgisayar donanımları örnek verilebilir. Bazı parçalar sadece bilgisayar parçası olarak üretildikten sonra onlara “gömülü yazılım” yükleniyor ve parça gerçek işlevini görmeye başlıyor. “Gömülü karbon” da ürün elde edilinceye kadar atmosfere salınan karbon miktarı oluyor.
Uluslararası nakliyecilerin süreci nasıl yürüteceği ve kendisine bir haksızlık yapılıp yapılmayacağını uygulamaya geçmeden göremeyeceğiz. Ancak konunun kolay anlaşılması için SKUM sonrası için sanal bir taşıma örneği vermek uygun olacaktır: Türk plakalı “sıfır emisyonlu hidrojen ile çalışan yakıt hücresi” çalışan TIR kamyonu Kapitan Andreo Sınır Kapısına geliyor. Nakliyeci aracın özelliklerinden dolayı Karbon Vergisinden muaf tutuluyor. Taşıdığı komple yükün ünlü bir “Bulaşık Makinesi” olduğunu görüyoruz. Türkiye’deki fabrika için AB’den akredite bir kuruluştan GHG Protokol’üne uygun “Toplam Karbon Ayak İzi Raporu” alınmış. Üretim rüzgâr enerjisi ile gerçekleştirildiğinden, Bulaşık Makineleri de sınıftan geçiyor. Denetçi Bulaşık Makinelerin sacının yerli olup olmadığını, yerli ise hangi enerji ile üretildiğini soruyor. Telefonlar, fakslar çalışıyor. Üretici firmadan gelen bilgiye göre sac Çin Halk Cumhuriyeti’nden ithal edilmiş ve üretiminde kömür enerjisinden yararlanılmış. Denetçi elindeki algoritmaları kullanarak sacın “gömülü karbon” miktarını ve buna tekabül eden “Karbon Vergisi” miktarını şoföre bildiriyor.
AB’deki ithalatçının bu parayı nasıl sınır kapısına transfer edebileceği, ya da nakliyeci bu bedeli öder ise ihracatçıdan veya ithalatçıya nasıl rücu edebileceği ayrı ise bir senaryo oluşturacaktır. Umarım bu uygulamanın hayata geçmesi nakliyecilerimizin operasyonlarını ve eşya teslim süreçlerini ciddi şekilde aksatmaz.